Okurken bazen öyle cümlelerle karşılaşıyorum ki çarpıveriyor insanı. Bazen kitapların satırları arasında bazen blogların kıyısında köşesinde bazen de yorumlarda gizleniyor bu kelimeler. İşte bu kelimeleri derledim sizlere.
- Musil okurken akıp gitmekte olan bir nehrin kıyısına oturmuş, sakin bir gezgini dinliyorsunuz sanki. – Mehmet Yılmaz
- İnsan ancak gerçek dosta yarasını gösterir. – Anonim
- Ben bu ruhu bir yerden tanıyorum. – Anonim
- Biraz hızlı söylemek istersek – Mehmet Yılmaz
- Bu satırlar makalenin menzilini aşıyor. – Anonim
- Medinede gezerken kendimi buldum mu bıraktım mı anlayamadım. – Anonim
- Bir insan en sert sözler ve eleştiriler karşısında bile bu kadar mı nezaketi,zerafeti elden bırakmaz? – Yer altından notlar
- İncinirken bile incitmekten imtina eden bir terbiye her insana nasip olmaz.Güzel ahlak dedikleri şey bu olsa gerek.
- Yalnız insan kayıp mektuba benzer adresi yoktur. – Anonim
- Bazı yazarlar, şairler, sanatçılar vardır…İçinden geçtikleri asrı öyle güzel “kaydederler”, Hakikat’i öyle güzel yakalarlar ki… – Mehmet Yılmaz
- Camide müezzinin ezan okumaya başlamasıyla beraber karanlık çökmekte tarihin en eski medeniyeti Mezopotamya’ya – Mardin’den notlar
Derler ki, “kendini bilmek isteyen yola çıksın” Einstein zamanın izafi olduğuna dair olan o meşhur teorisini Mardin’de bulmuş olmalı. Gerçekten de izafi işte, zaman akmıyor Mardin sokaklarında. Zannedersiniz ki tarih tutunup kalmış bu şehirde. Dakikalara Bizans’ın, Osmanlı’nın ruhu işlemiş. Buraları görünce bizimkiler ev değil. Bizler her gün mezarlık provası yaptığımız, komşularımızın kim olduğundan haberimizin dahi olmadığı kutucuklarda, barınmamızı sürdürüyoruz. Mardin’de evlerde başka. Kapıları da… Hayır efendim bizler evlerde yaşamıyoruz. Mardin’dekiler ev değil sadece. Kocaman avlulu, cumbalı, dantellerle süslü pencerelerinden ferahlık ve huzurun yayıldığı evler. Güleryüzlü, hoşgörülü, saygılı olunca ırk, dil, din, renk farketmeksizin birlik ve beraberlik içinde yaşamanın ne kadar kolay olduğunu gösteren evler. Müslümanlara ait taş evlerin kapılarının sol kanadındaki yuvarlak kalın tokmak daha gür bir ses çıkarmakta, bu ses gelen misafirin erkek olduğunu hane halkına bildirmekte, bu sayede de kapıyı ev ahalisinden bir erkek açmaktaymış. Sağdaki daha ince sesli olan tokmak ise kadın misafirin geldiğine işaret etmekteymiş. Dış kapının üstünde, sağda ve solda Arap harfleriyle yazı ya da Kâbe resmi varsa, bu ev sahibinin hacı olduğunu anlatmaktaymış. Süryani evlerinin kuş biçimli kapı tokmakları ise “Müslümanlar Süryani evlerine kuş gibi özgürce girip çıkabilirler” manasını taşımaktaymış. Şu edebe, şu güzelliğe, şu ahenkli yaşam biçimine bakar mısınız? – Hande Erol
Bazen anlamını kaybetmiş cümlelerin , kayıp mânâların peşine düşüyorum. – Anonim
Bazen hislerinizi, duygularınızı anlatamazsınız ancak neden anlatamadığınızı daha güzel anlatabilirsiniz. -Mehmet Yılmaz
Mehmet Yılmaz Bazı kitaplar vardır, insan onları okurken aklını aciz bırakan bir mucizenin kıyısında durduğunu idrak edebilir. Kitabın sayfaları değildir ikiye açılan, Kızıldeniz’in yarılan sularıdır adeta! Çünkü böylesi kitaplar yazıldıkları asırların, coğrafyaların günlük/yerel gerçeklerini delip geçerler ve Hakikat’e dair bir şeylere dokunurlar. Adeta yazan âlim zamanda seyahat etmişçesine kitaptan önceki ve sonraki asırlarda da geçerli olan/olacak şeyler anlatır size. Bu âlimlerin kalemiyle yazıldığında Hakikat ile Gerçek zeytinyağı ve su gibi birbirinden ayrı durur.
Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’si bile “Dinle!” diye başlar. Konuşan insan bir kulağa muhtaçtır. Yazan insan da okura. Konuşan insan bir kulağa muhtaçtır. Yazansa bir kulaktan fazlasına. Nobel ödülü kazanmış bir yazar bile isimsiz, anonim okurların her bir tanesine muhtaçtır. ALLAH’ın takdiridir bu. Kadın-Erkek gibi okurlar yazarların tamamlayıcısıdır. Dürüstlükle söylemek gerekirse ben de okunmak için yazıyorum. Aksi takdirde saatlerce uğraşıp dolma saran, sonra buzdolabında çürümeye terk eden çocuksuz ve misafirsiz bir insana benzerdim. -Mehmet Yılmaz
Özgürlük sahipsiz bir mal değildir; insana lütfedilmiştir. Bu yüzden insan fiillerinden sorumludur. Seçimlerimizde özgürüz, ama yanlışı seçmek bir hak değil, her daim sorumluyuz. Çünkü , biz kendinden bilgi, kendinden irade, kendinden kudret sahibi değiliz; bunlar bize verilmiştir.
Nefsimin savcısı, insanların da avukatı olmak lazım geldiğine inanırım.Zira günahkara değil, günaha karşıyım ve yine Kimse sınanmadığı bir günahın masumu saymamalı kendini ..Artı terk edilmiş hata, hiç yapılmamış hatadan daha evladır Allah katında… -Mehmet Yılmaz
Biz modernler tuhaf bir çağda yaşıyoruz. 20ci yüzyılda vakit kazanmak için icad edilen makineler sayesinde öyle çok boş zamanımız oldu ki 21ci yüzyılda o zamanı (can sıkıntısını) öldürecek icadlar yapmak zorunda kaldık: Hızlı giden trende sıkılmamak için elektronik oyun, işten eve hızlı gelen sıkılmasın diye TV dizileri… Yürüyen merdivenlerde yürüyerek kazandığı vakti ve fazla kiloları yakmak için spor salonuna giden bir insanın hikmetli sözlerle karşılaşma ihtimali en yüksek olan yer yine şüphesiz sanal mekân. – Mehmet Yılmaz
Her insan bu dünyaya bir şeyler yazmak için gelir. Bir miktar mürekkep ile. Ama nereye yazacak? Zaman’in kağıdına elbette bu yüzden her bir kelimeyi yudum yudum içmeniz gerekiyor. Adım adım ilerleyebiliyor ama koşamıyorsunuz. Adem‟in hikâyesini okurken, Adem‟de kendinizi okuyorsunuz. Adem her “Rabbim” dediğinde, siz de “Rabbim” diyorsunuz. Kelimeler Adem‟in kelimeleri değil, sizin kelimeleriniz. Bir nev‟i dejalu yaşıyorsunuz, kelimeleri daha önceden okumuş olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. İsyana muktedir olanın, hatasının ardından baş eğişinin kıymetini anlıyorsunuz. Kıymetli olan, başkaldıracak güce muktedirken, itaat‟i tercih etmek… bu tercihi seviyorsunuz. Hatanın büyük ya da küçük olmasının değil, “hata” olmasının, hata işleyebilecek yaratılışta ve hatayı anlayabilecek kavrayışta olmanın “adım” olduğunu anlıyorsunuz. Her şey adım. Adem‟in adımlarında insanlığın adımlarını fark ediyorsunuz. Adım adım ilkleri ve ilk adımları takip ediyorsunuz: İlk ses, ilk kelime, ilk cümle, ilk yalnızlık duygusu, ilk erkek, ilk kadın, ilk aşk, ilk günah, ilk gaflet, ilk tevbe, ilk affediliş, ilk affediş, ilk gözyaşı, ilk tebessüm, ilk dokunuş. -Derin Düşünce
Müptalesı olduğum derinlikli yazılarınız hakkındaki görüşlerimle başlamak istiyorum.Dürüst olacağım,varoluşa,zamana,insan ruhunun deriniklerine ait yazılarınızla karşılaştığımda harekete geçen ilk duygu kıskançlık! Lafı dolandımadan söyleyeyim:kıskanıyorum sizi. Kötü bir kıskançlık değil bu.Birikimimle değil ama kendi yaradılışım ve yaşadıklarıma dair “keşke duygu ve düşüncelerimi-sizin gibi-ifade edebilecek yeteneğe,kalem gücüne sahip olabilseydim”diye içimden geçiriyorum.Aslında bir yetenekten yoksun olmaya hayıflanmak da değil bu.Daha çok hissettiğimi/yaşadığımı bir türlü kelimelere dökememenin yarattığı bir boşluktur diyebilirim.Kendimi anlatamamak diyeyim buna.Ve işte siz,sizi okuduğumda beni anlatıyor,duygu ve düşüncülerime,yüreğime tercüman oluyorsunuz.Nasıl anlatsam,emek harcayarak büyük bir sabırla paylaştığınız satırlarda kendi iç çelişkelerimi,gel gitlerimi yansıtan bir boy aynasıyla karşılaşıyorum.Bu benim diyorum.Öyle ki”Hah işte şu kavşaktan ben de geçmiştim,hikayenin bu kısmı bana tanıdık geliyor”dedirtecek kadar yakın ama tefekküre yöneltecek kadar da anlamlı. Ancak yine de,yazılarınızı dört gözle beklememe karşın,”hadi şu sese bir ses de ben vereyim”dediğimde kalakalırdım klavyeyle,parmaklarımı usulca çekerek başka bir zamana bırakırdım.Erteleme isteğiyle değil,yazmak isteyip de yazamadığımdan. “O zamanın” gelmesini çok istedim.Gelmedi,bir türlü nasip olmadı. Ben de büyük bir dikkatle okumakla yetiniyorum yazılarınızı.Bir de üşenmeden el yazısıyla sayfalara aktarıyorum.Biliyor musunuz,bu formattaki yazı serilerinizi özenle aktardığım bir defterim var artık.Tekrar okumaları buradan yaparım.Emeklerinize karşı katkı borcumu böyle ödüyorum naçizane.Anlayacağınız bugün tekrar klavyenin başına geçtim.Göz nuru ve emeğinizi yoğurarak bizlere kazandırdığınız fikirlerinize karşılık gelecek bir şey katamasam da içimdekileri paylaşmalıyım diye düşündüm.En azından yazılarınız üzerinden kurduğum bu derin dostluk bağından sizi mahrum kılmak olmazdı. Bir şey daha söyleyeyim,belki tamamen kişilikle ilgilidir:bildim bileli bir insanı(veya görüşlerini)övmek eleştirmekten çok daha zor oldu benim için.Sanırım benim için özel birer klasik niteliğindeki makalelerinize yorum bazında katılamamın bir nedeni de budur. -Yer altından notlar
Sizin için dua edeceğim, ALLAH’a yalvaracağım.Unutmayın ki annemiz hamile olduğunun farkında bile değilken ALLAH bizi biliyordu. Biz ölüp gittikten sonra da yine bizi bilecek olan O. Bu Hakikat hiç yabana atılmamalı. ALLAH’ın bizi bildiğini ve sevdiğini unuttuğumuz için parada, sigarada, alkolde, siyasî kavgalarda teselli arıyoruz. Yalnız değilsiniz.Kendinizi tahlil etmişsiniz ve “huzursuz,mutsuz ve önemlisi idealsiz/hedefsiz” olarak kendinizden uzaklaşmanızı da çok iyi yakalamışsınız. -Derin Düşünce
Yazamamaktan dolayı duyduğunuz ızdırap öyle bir seviyeye ulaşmış ki yazmaya hazır hale gelmişsiniz. Mesnevî’de içi kızgın demirle boşaltılan neyin güzel ses vermeye yaklaşması bir metafor olarak kullanılır. Vatanından (sazlıktan) koparılan ney türlü çilelerden sonra ağlar, inler, vatanını özler. Ama Vatanı özlemek için ondan ayrı düşmek gerekir.
Yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek, çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek. -Mehmet Yılmaz
Buraya kadar okuduysanız siz de benim yaşadığım duyguları yaşamışsınızdır. Öyle duygulara kapıldım hislendim ki satırları okurken yazarı arkadaşım veya akrabam olsaydı da şöyle karşılıklı oturup bir iki bardak çay içseydik dedim. İşte okumak böylesine güzel bir eylem. Sizlerin de okurken elinizi ayağınıza dolaştıran kelimeler varsa yorum kısmında belirtirseniz notlarımızı güncelleriz.