Osmanlı Devleti Vergi Sistemi Tüm Detayları
OSMANLI DEVLETİ’NDE TEKÂLİFİ ŞERİYYE VE TEKÂLİFİ ÖRFİYYE VERGİLERİNİN TEŞEKKÜLÜ VE İŞLEYİŞİ
Giriş
Osmanlı Devleti, sosyal ve iktisadi hayat başta olmak üzere her sınıf ve unsur bakımından dinsel olarak ikiye ayrılmış ve tasnif edilmiştir. Bu nedenle din faktörü sadece sınıf ayrımında değil vergilendirmede de önemli rol oynamış ve kollara ayrılmıştır. Bunun sonucunda devlet içinde halktan alınan vergiler genel olarak “Tekâlifi Şeriyye” ve “Tekâlifi Örfiyye” olarak ikiye ayrılmış ve çeşitlilik kazanmıştır. Diğer bir söylem ile de bu vergilere Şeri Vergiler ve Örfi Vergiler denilmektedir.
Mali ve ekonomik ilişkilerin temelini oluşturan bu iki vergi çeşitliliği kendi arasında da farklı kollara ayrılmakla birlikte bu vergiler, savaş ganimetleri haricinde devletin gelir kaynağını oluşturan esas faktörlerin başında gelmektedir. Bu vergilerin dışında da dönemsel olarak alınan olağanüstü vergiler de mevcuttur.
Osmanlı vergilendirme sistemi genel hatlarıyla incelenirse; kişilerden, topraktan, ticaretten, hayvanlardan, ürünlerden, madenlerden, pazarlardan v.b.. alınan bu vergiler, sancaktan sancağa, şehirden şehre değişir, vergi gelirleri değişik yöntemlerle ve değişik görevlilerle toplanırdı. Ayrıca Osmanlı vergileri hiçbir zaman esneklik göstermemiştir. Çünkü paranın değerinde artış veya düşüş yaşansa bile vergilere zam yapılmamıştır. Tam tersi vergi çeşitliliği artmış ve yeni vergiler koyulmuştur.
Bu duruma Sultan Süleyman’ın Mohaç seferine gitmeden önce özel olarak savaş vergisi koyması örnek olarak gösterilebilir.[1] Osmanlı vergi toplama sistemi merkezde Hazine-i Hümayun, vilayetlerde Vilayet Defterdarı olmak üzere bölgelerdeki defterdarlar aracılığıyla işler ve vergiler toplanırdı. Hazne-i Hümayun’a ait üç grup vergi toplama teşkilatı da mevcuttur. Bunlar, Mukataalar, Padişah Hasları ve Kanunnameler şeklindeydi.[2] 1695 yılında malikâne düzeninin başlatılmasıyla vergi toplama sisteminde daha da ileri adımlar atılmış oldu. Malikâne düzeninin getirdiği en önemli yenilik, devletin vergi gelirlerini garanti göstererek daha uzun dönemli borçlanabilmesi olmuştur.[3] Devlet gelirinden hükümetin kendisince doğrudan doğruya yapılacak harcamalar için ayrılan vergi ya da öteki türden kaynaklara “Mukataa” veya “Mukataat” denilmektedir. Anlamını işletme biçiminden alan mukataa, kurulu düzeni oluşturan gelir yerleri, özellikle büyük kentlerin her türdeki iktisadi işletmelerinden alınan vergiler maden işletmeleri, yasaklara aykırı işlerden elde edilen cerimeler ticari tekel maddelerinden sağlanan gelirlerdi.
Osmanlı’da suç işleyenlere mahkemelerce kesilen para cezalarına cerime denir ve cerimeler “Rusum-u Niyabet” başlığı altında toplanılırdı. Ayrıca bu cerimeler hazinenin gelir kaynağını oluşturduğu için Mukataa olarak da sayılmaktaydı. Daha sonraları cerimeler “Şehir Zeameti” adı altında düzenli vergilere dönüştürüldü.[4] Bu biçimdeki mukataa gelirleri dirlik olarak devlet hizmetine verilmeyip hükümete ayrılmış en önemli kaynaklardı. Mukataa gelirleri Hazine-i Amire tarafından idare ediliyordu.[5] Osmanlı’daki faiz sistemi ise; İslam toplumlarında faiz konusundaki yasaklamaların etkisiyle hükümdarlara ve devlet hazinelerine borç verme işlemleri daha farklı yürütülmüş, bu alanda yaygın olarak iltizam sistemi kullanılmıştır.
İltizam sisteminde, sermayeleri olan bireyler devlete yaptıkları peşin nakit ödemeler karşılığında, belirli bir bölgenin ya da kaynağın vergilerini toplama imtiyazını elde etmekteydiler. İltizam sistemi Akdeniz’den Hint Okyanusu’na kadar tüm İslam devletlerinde, Ortaçağ’dan XIX. ve XX. Yüzyıla kadar vergi toplamanın en yaygın biçimi olarak kullanılmıştır.[6] Osmanlı vergi sistemini daha iyi anlamamız için ilk olarak Tekâlifi Şeriyye ve Tekâlifi Örfiyye vergilerinin ana kollarını incelememiz ve bu vergilerin alınma sebeplerini ayrıntılı şekilde bilmemiz gerekmektedir. Kısaca bu vergi sınıfı Osmanlı mali politikalarını oluşturan ana unsurlarıdır.
1.Tekâlifi Şeriyye Vergileri
Tekâlifi Şeriyye vergileri, şeriatın emrettiği vergilerdir. Şeriat hükümlerine dayanan bu vergiler dört esastan oluşmaktadır. Bunlar Zekât, Öşür (Aşar), Haraç ve Cizye’dir. Zekât, varlıklı kimselerin her sene mallarının belirli bir miktarını verdikleri vergidir. Ayrıca zekât, İslam dininin zorunlu şartlarından biridir ve devlet içinde Sevaim, Nutuk (Aruz), Rikaz ve Hariç olmak üzere beş kısma ayrılmıştır. Sevaim; sadece etleri yenebilen hayvanlar ile verilen vergidir. Nutuk (Aruz); para ve altın ile ödenen zekâttır. Rikaz; maden ve definlerden alınan zekâttır. Hariç; hububat veya meyve gibi ürünlerden alınan zekâttır. Devletin ticari mallarından vergi toplayan memura ise “Aşir” denir.[7]
İkinci vergi olan Öşür (Aşar) vergisi mahsullerden alınan vergidir. Köylü ürettiği tarım ürünleri için %10 oranında vergi verir. Ayrıca Aşar vergisi Osmanlı Devleti’nin temel gelir kalemini oluşturmakla birlikte arazi mahsulleri, buğday, arpa, pirinç, darı, karpuz, patlıcan, yonca, zeytin, susam, bal, şeker kamışı ve meyveler de bu vergi kapsamına girer. Öşür vergisi iki şekilde temin edilirdi. Birincisi tam öşür, ikincisi ise yarım öşür olarak tasnif edilir. Zeametsiz ve verimli arazilerden tam öşür, masraflı ve malikânelerle işlenen topraklardan da yarım öşür alınmaktaydı.[8] Özellikle hububat çeşitlerinden bağ, bahçe, bostan, meyve ağaçlarından ve otlaklardan aynî, nakdî ve maktu olmak üzere üç ayrı biçimde de vergi alınmaktadır.[9]
Ayni vergi; parasal olarak alınmayan, doğrudan sahip olunan mal veya hizmet üzerinden alınan vergidir. Nakdi vergi; mal veya hizmet yerine para olarak ödenen vergidir. Maktu vergi ise mükellefler arasında ayrım yapılmaksızın, farklı oranlarda değil, herkesten eşit olarak alınan vergidir. Ziraî ürünlerin çeşidi, yetiştirilme usulleri, ziraî toprakların verimliliği ve mahalli özellikler göz önünde bulundurularak 1/3 ile 1/20 arasında değişen oranlarda öşür alındığı da görülmektedir. Diğer bir şeri vergi ise Gayrimüslimlerden alınan haraç vergisidir. Bu verginin kökeni İslam arazi sistemine dayanır. İslam arazi sisteminde Gayrimüslimlerin işlettiği topraklara “haraci topraklar” denilmektedir. Bu topraklarda Gayrimüslim tebaa ürün vergisi olarak “haracı mukasseme”, toprak işletim vergisi olarak da “haracı muvazzafa” vergisi vermekteydi.
Osmanlı’da ise haraç, arazilerden senede bir defa alınan vergi olmakla birlikte olağanüstü vergiler dâhilinde de bu süre kısalabilmekteydi.
Son olarak da cizye, Gayrimüslim tebaa üzerinde askeri hizmet karşılığı ödenen vergiydi. Cizyeden muafiyet söz konusu olabiliyordu. Cizyeden muaf sayılmak için Gayrimüslimlerin askerlik yapmaları gerekmektedir. Şeri vergiler dâhilinde de devlet hazinesine karşılıksız şekilde aktarılan vergiler mevcuttur. Bunlar Lükata, Terike ve Ganaimi Cizye’dir. Lükata, sahipsiz malların devlet hazinesine geçmesidir. Terike, varis bırakmadan ölenlerin mallarının devlet hazinesine geçmesidir. Ganaimi cizye, harp ganimetlerinin beşte birinden oluşan malların devlet hazinesine aktarılmasıdır. Kılıç hakkı durumu da bu vergi içindedir fakat bu durum sadece padişahı kapsamaktadır. Yeni fethedilen yerlerde kanunların belirlenmesinde Nişancının fonksiyonu oldukça belirleyicidir ve vergiler yine bölgenin durumuna göre şekillendirilirdi.
2.Tekâlifi Örfiyye Vergileri
Tekâlifi Örfiyye vergileri, padişahın kendi iradesiyle ve kararlarıyla konulan vergilerdir. Bu vergilerin bir kısmı düzenli olarak halktan toplanırken bir kısmı ise olağanüstü durumla karşı karşıya kalındığında toplanırdı. Tekâlifi Örfiyye vergileri başlıca Çift Bozan, Çift Resmi, İspenç, Avarız, Cerime (Niyabet) Rüsumu, İhtisab Resmi, Ağnam Resmi ve Müsadere olarak tasnif edilir. Çift Bozan Resmi; toprağını izinsiz olarak terk eden veya üç yıl üst üste ekmeyenlerden alınan vergidir. Çift Resmi; reayanın sipahiye ödediği toprak vergisidir. İspenç, daha önce de belirttiğimiz gibi Gayrimüslimlerden alınan vergidir.
Cerime (Niyabet) Rüsumu; yerel yöneticileri halktan aldığı vergidir. Ayrıca suçlulardan alınan cerimelerde bu guruba girmektedir. İhtisab Resmi; bir çeşit noter vergisi olan ihtisab resmi damga, tartı gibi ölçü işlemlerinden alınan vergidir. Ağnam Resmi; hayvan sayısına göre alınan vergidir.[10] Müsadere ise, devlet hazinesinden haksız kazanç sağlayarak zenginleşen kişilerin mallarına devlet tarafından el konulmasıdır.
Müsaderenin vergi çeşitliliği arasında sayılmasının temel sebebi ise gelir kaynağı sayılmasıdır. Ayrıca II. Murat döneminden sonra da Osmanlı Devleti’nde özel mülkiyet anlayışı gelişmeye başlamış olup bu vergilere ek olarak İmdad-ı Seferiye, Bac Resmi, Bennak (Arusane), Mücerred ve Derbend Resmi eklenmiş ve düzenli şekilde alınmaya başlanmıştır. İmdad-ı Seferiyye; XIX. Yüzyıl sonrasında ordunun sefere çıkarken halktan aldığı vergidir. Bac Resmi: Çarşı ve pazarlardan alınan işgaliye vergisidir.
Bennak (Arusane): Evlilik vergisidir. Mücerred: Yirmi yaşının geçen kişilerden alınan bekârlık vergisidir. Derbent Resmi: Köprü ve geçitlerden alınan vergidir. Olağanüstü durularda başta olmak üzere II. Mahmut döneminden sonra reayadan alınan diğer vergiler ise başlıca Gümrük, Temettü, Maktu vergiler, Nüzul, Sürsat ve İştira vergileridir.
Gümrük vergisi; ilk zamanlarda şeri olarak zekât tarzında alınan bu vergi daha sonra Amediyye, Refdiyye, Masdariyye ve Mururiyye şeklinde dörde ayrılmıştır. Amediyye, yabancı memleketlerin hudut ve limanlarından alınan vergidir. Refdiyye, dışarıya sevk edilen mallardan alınan vergidir. Masdariyye, yabancıların tükettiği mallardan alınan vergidir. Mururiyye, bugün ki transit ve sevkiyat vergisidir.
Temettü vergisi; II. Mahmut tarafından çıkarılan belediye vergisidir. Bu verginin içinde esnafın sattığı mallar, gümüş ve altınlar da mevcuttur. Vergi zamanla verim vermeyince maliye nezareti ve ıslahat maliye komisyonu tarafından kaldırıldı. Maktu vergiler; bu vergi yeni fetih edilen yerlerin eski yönetimlerinden alınırdı. Zamanla devletin gelir kaynağı olan bu vergiler bölgelere göre isimlendirilirdi.[11] Ayrıca Osmanlı’da maaşlar İslami aya göre üç yüz elli dört güne bağlı olarak ödenirdi.
Osmanlı köylüsünün olağanüstü zamanlarda ödemek zorunda olduğu nüzul vergisi ise; sayımsız bir miktar zahirenin devlete verilmesidir. Diğer ismi ile Bedel-i Nüzul vergisi, Tekâlif-i Divaniyye yahut Avarız-ı Divaniyye olarak bilinen Osmanlı döneminde halktan alınan olağanüstü vergilerden biriydi. Nüzul, tıpkı avarız gibi ilk zamanlarda halktan aynî olarak un ve arpa şeklinde toplanıyordu. Ancak bu vergi de zaman içerisinde nakdî alınan bir vergiye dönüşmüştü.[12]
Sürsat vergisi, belirli konaklama yerlerinden alınan sabit fiyatlı vergidir. İştira vergisi, tebaanın yerel piyasa üzerinden vergilendirilmesidir.[13] Tekâlifi Şeriyye dışında tutulan ilk vergi II. Beyazıd döneminin sonlarında alınmaya başlanan Avarız vergisidir. Bu vergi harp masraflarını karşılamak için oluşturulmuştur.[14] Tanzimat’a kadar savaş ve doğal afetler gibi olağanüstü durumlarda toplanan Avarız vergisi bölgelerin özelliklerine göre değişkenlik göstermekteydi.
Bu durum bölgelerde “Avarız Haneleri” sistemini ortaya çıkarmış ve her bölgeden farklı gelir durumlarına sahip kişiler tespit edilerek gelire göre vergilendirme ortaya çıkmıştır. Kısaca Avarız vergisi örfi bir vergi olmakla beraber, olağanüstü hallerde devletin vatandaşlarından topladığı ayni, mali ve bedeni vergilerdir. Uzun harp yıllarında Osmanlı tebaasından alınan vergiler ciddi oranda genişletilmekteydi. Özellikle Avarız vergileri arttırılıp sık sık toplanırdı.
Sadece Müslüman tebaa değil Gayrimüslim tebaadan alınan cizye de artırılmaktaydı. Ayrıca “Tekâlif-i Şakka” adında vergi ile kürekçi bedeli, bildar bedeli ve nüzul akçesi gibi nakdi olarak alınan vergilerde harp zamanında alınırdı.
Özellikle meslek grupları da orduya zahire ve askeri ihtiyacı karşılayacak malzeme sağlamak için seferber olurdu. [15] Zaman zaman esnaf kişisel vergilerden de muaf olmuştur. Ayrıca reaya veya halk işlediği suçtan dolayı cezasını Kadı’nın verdiği hükme göre de çekmekteydi. Kentlerde ödenen vergiler genel olarak; Pazar ve iş yeri vergisi (Mukataalar) ve Suçluların ödediği vergiler şeklinde iki başlık altında toplanmaktadır.[16]
Sonuç
Sonuç olarak Osmanlı’da vergilendirme sistemi oldukça fazla çeşitlilik göstermekle birlikte din, kültür ve bölge farklılığına bağlı olarak da değişebilmektedir. Vergi sisteminin en hareketli dönemleri şüphesiz savaşlar olmuştur. Savaş dönemlerinde vergilerin hepsi veya bazıları genişletilmekte veya yeni vergiler faaliyete geçirilmektedir. Bu vergiler ise kayıtlara savaş vergisi veya olağanüstü vergiler olarak geçmektedir. Bu olağanüstü vergiler sadece savaş zamanlarında değil ekonomik durumun kötü gidişatı veya olası bir ambargo politikalarına maruz kalındığı zamanlar da koyulabilir ve uygulanabilirdi. Yine bu durumlarda vergiden muaf olanların etkilendiği zamanlar da olmuş fakat bu durum pek görülmemiştir.
[1] Albert Howe Lybyer, Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi, Çev: Seçkin Selvi Cılızoğlu, Sarmal Yayınevi, 1.Baskı, İstanbul 2000, s.163-164.
[2] Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası (Celali İsyanları), 1.Baskı, Barış Yayınları, Ankara 1999, s.50.
[3] Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları (Seçme Eserleri I), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4.Baskı, Ankara 2007, s.14.
[4] Halime Doğru, XVIII. Yüzyılla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Eskişehir 1995, s.188.
[5] Doğru, a.g.e., s.183.
[6] Pamuk, a.g.e., s.13.
[7] Nihat Sayar, Türkiye İmparatorluk Dönemi Siyasi, Askeri, İdari ve Mali Olayları, Nihat Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 1978, s.4.
[8] Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, 2.Baskı, VII. Dizi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1994, s.173.
[9] Eldem, a.g.e., s.164.
[10] Eldem, a.g.e., s.174.
[11] Eldem, a.g.e., s.175-180.
[12] Süleyman Polat, “Osmanlı Taşrasında Bir Celali Yıkımının İzleri: Tavil Halil’in Kütahya (Kazaları) Baskını ve Sosyo-Ekonomik Yansımaları”, Gazi Üniversitesi, Akademik Bakış Dergisi, C.VI., Sayı 12, Ankara 2013, s.45-46.
[13] İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler I, Turhan Kitabevi, 2.Baskı, Ankara 2004, s.111.
[14] Eldem, a.g.e., s.165.
[15] Ortaylı, a.g.e., s.12-13.
[16] Halime Doğru, XVIII. Yüzyılla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Eskişehir 1995, s.175-176.